Kibritçi kızın ölümüne neden olup çocuk yaşlarda beni yasa boğan resmi kibrit bildirisi.
Tuesday, May 24, 2016
Wednesday, May 4, 2016
ENDİŞE: EŞYAMIN TABİATI
Ölebilecek
miyim? Bazen korkuyorum, onu beceremeyeceğim diye.
O
zaman şöyle düşünüyorum: Ölürken kendini nasıl göstereceksin? Ah, tavırdan söz
etmiyorum; duvarın dibinde, kendisi ölürken insanın “yaşasın..” herhangi bir şey
diye bağırması değil. Ya da gaz saldırısından bir dakika önce, pantolon
yiğitlikle dolmuş ve kahramanca gerilip büzülmüş surat düşmana dönük…Bu değil.
Hayır, burada söz konusu olan, yataktaki o saçma olaydır. Yorgunluk, acılar ve
işte asıl bunlar. Becerebilecek misin bunu?
Örneğin
ben yıllarca doğru biçimde aksıramadım. Hıçkırığa tutulmuş küçük bir köpek gibi
aksırdım hep. Ayrıca, bağışlayın, 28 yaşıma kadar geğiremiyordum. Sonra,
üniversiteden eski bir arkadaşıma rastladım. Geğirmeyi
bana o öğretti. Ama bana ölmeyi kim öğretecek?
Evet,
gördüm ölmeyi. Bir kaza gördüm; ve hastaları ölürken gördüm. Misal babamı... Bunu yaparken çok
ıstırap çekermiş gibi bir durumdaydılar. Peki, ben böyle bir durumda aptalca
davranırsam ve
sonunda hiçbir şey çıkmazsa, o zaman ne olacak? Böyle bir şey her zaman akla
gelebilir?
“Bunu dert etmeyin iyi yürekli adam. O üstünüze
çökecektir, o ağırlık. Ölüm hakkında yanlış tasarımlarınız var. O…” Bunları
söyleyen deneyimlerine mi dayanıyor?
Bu,
demokrasilerin en gerçek olanıdır, yani, ölüm demokrasisinden söz ediyorum. Din adamlarının korkunç üstünlüğü bundan ileri geliyor; hepsi sanki şimdiye dek yüz kez ölmüş
gibi davranıyor; sanki öbür dünyadan haberler alıyormuş gibi yapıyor ve
yaşayanlar arasında ölümün elçileri rolünü oynuyor.
Belki
de pek zor olmayacak. Ölmeme belki de bir doktor yardım edecek.Ve öyle çok
büyük acılarım olmazsa, utanacağım ve alçakgönüllü bir gülümsemeyle: “Lütfen
bağışlayın…ilk kez başıma geliyor da…” diyeceğim.
BEN'E DAİR
5 çocuklu memur ekonomisiyle yaşayan bir ailenin son çocuğuyum.
Benden önce doğan 3 kız ve 1 erkek çocuğu var. Annem ve babam, 3 kız çocuğunun
ardından kadere bir kez daha
meydan okuyup gıcırtılı
yataklarında bir deneme daha gerçekleştirmişler ve abim doğmuş. Adını da imalı
bir şekilde "Ender" koymuşlar. Çünkü bu kadar kızdan sonra doğacak
olan erkek "ender
bulunacak bir şeymiş" onlar için. Tabii bu isim benzetmesini
ben uyduruyorum. Neyse. Bu konuyu daha fazla uzatmayayım.
Aradan koskoca 5 yıl geçmiş. Coca
Cola, Yeni Harman sigarası, Beatles rüzgarı, Jethro Tull, hayatımın fon
müziğini yapan Tom Waits'in sessiz sedasız çıkardığı ilk albümü olan
"Closing Time", boğaz köprüsünün açılışı, Rick Wakeman, Peter Paul
and Mary, ABBA, Simon&Garfunkel, Love Story, Joan Baez, 12 Mart, Punch
Card'ların düşürülerek karışması, TRT, Murat 124, boykotlar, benzin ve yağ
kuyrukları, Demirel ve Ecevit derken aradan 5 yıl geçmiş. Bir gece, bu kadar
dert varken, annem ve babam açmışlar yine hedonizm musluğunu. Yatak odasının
duvarında duran o kitsch ve hüzünlü ağlayan çocuk fotoğrafının altında ve
açılmış Maltepe marka sigaranın yanında dört nala sevişirlerken, birden
hatırlamışlar prezarvatifin ne kadar gerekli bir ihtiyaç olduğunu. Kullanmışlar
kullanmasına da, sanırım kullandıkları marka kalitesizmiş ya da o gece bambaşka
bir şey olmuş. Ben kondomun ince lastiğini inat edip delmişim ve onca sıkıntı
içinde yaşamaya çalışan ailenin yeni bir ferdi olarak annemin jeotermal
tesislerine konuk olmayı becermişim.
Evet, hepimiz tesadüfün tohumlarıyız ve milyonlarca spermin arasından
galip gelip hayata gözlerini açmak büyük bir şans. Ama işte, şartlar nedeniyle
çok
sıkıntılı bir dönemde ortaya çıkmış bir hesapsız projeymişim.
Demek istediğim şu:
"Markanın kalitesi, tahmin edemeyeceğiniz kadar hayati bir
önem taşır."
Anlattığım gibi, doğarken de bu böyle olmuş. Tanrı bana bir şans
vermiş. Ve insanın idrak etmek zorunda olduğu en önemli ve dramatik şey kazanmanın zor olduğu; kaybetmekse çok
kolay. Bir kaybeden olmak iş değil, bunu herkes yapabilir. Neredeyse herkes
yapıyor zaten. Onlardan biri olmak istemem.
Truman Capote’un sözünden yola çıkarak bu serbest yazıyı bitirmek
isterim:”Bir
gün yazarak yaratmaya başladım, kendimi soylu ve acımasız bir efendiye bir
ömürlüğüne zincirlediğimi bilmeksizin… Tanrı size bir yetenek verdiğinde,
yanında bir de kamçı verir; ve bu kamçı yalnızca kendi kendinizi kırbaçlamak
içindir.”
Ben,
kamçısını hiç yanından ayırmayanlardanım…
Saygılarımla...
Zafer İlbars
KURAMSIZ ELEŞTİRİ OLUR MU?
Zafer İlbars naçizane der ki:
Kuramsız eleştiri olur!
Kuralcılıktan, nesnellikten ve
bilimsellikten arınmış bir eleştiri kuramsız bir eleştiridir bana
göre. Aslında her kurama bağlı eleştiri de kişisel izlenimler ve duygular
kaleme alınır. Ama bu izlenimler mevcut eleştirinin türüne göre disipline
edilir. Örneğin Marksist eleştiri de, eserin uyandırdığı duygular Marksist bir
anlayışın ekseninde yazılır. Bir eleştirmen, büyük beğeni duyduğu bir eser
hakkında kendi ruhunun serüvenlerini anlatabilir. Aslında nesnel sanat
olmadığını düşünürsek, öznel ve kuramlara bağlı kalmaksızın yapılan eleştirinin
yadırganmaması gerekir.
Aslında kurama bağlı
kalmaksızın yapılan eleştiri de, bir anlamda adı “izlenimci eleştiri” olan,
tanımı yapılmış bir türe de tekabül eder. Bir eseri
kendi zevk, algılama, değer ölçülerine göre incelemeye dayalı olan
İzlenimci eleştiriye “kuramsızlığın kuramı” da denebilir.
Bu, akla rasyonellikten
tamamen uzaklaşmış, keyfi bir eleştiri tarzını getirmemelidir. Zaten bir
eleştirinin “eleştiri” tarzında kabul edilebilmesi için belli bir üslup ve
fikir olgunluğu seviyesini geçmiş olması zorunludur. Yani, “gayet güzel, hoşuma
gitti bayağılığı, dikkate alınacak bir öznel değerlendirme ve eleştiri
değildir elbette. Eleştiri yazısını okutacak olan yazarının
kendine konuyu kendine özgü ele alış biçimi, yorumlayışı ve
anlatımındaki tarzıdır.
Edebi eserlerden zevk almak,
onlarla duyguları inceltmek ve zenginleştirmek kuramsal bir kesinliğe
büründürmemektir. Belli bir yöntemi olmayan bu tarzda eserlerin ve türlerin
sınıflaması da yoktur. Eseri okurken alınan zevk, eserin tek ölçüsüdür. Bu
nedenle herhangi bir kuramın bağlayıcılığı söz konusu olamaz.
İzlenimci
eleştirmen, zaman zaman amacının yalnızca kendinden söz etmek olduğunu da
açıkça söylemek rahatlığını da gösterebilir. İzlenimciler her türlü dizgeye
kuşkuyla baktıklarından, yöntemleri hiçbir yönteme ve kurama bağlanmamaktadır.
İzlenimciler, iki yüzlülükten tiksinirler, içten olalım düşüncesi taşımışlardır.
Eleştiri,
bir yapıtın belli bir zamanda bizde bıraktığı izlenimi belirler ancak, sanatçı
da yapıt da, belli bir saatte dünyadan aldığı izlenimi belirtmiştir. Bu böyle
olduğuna göre hoşumuza giden yapıtları severiz. Ayrıca izlenimciler, görmenin
hazzını küçümsemezler. Onlara göre eleştirmen, açıklamak, yargılamak isterken,
işin temeli olan estetik mutluluk duygusunu yitirebilir. İzlenimciliğin
temelindeki hazseverlik bundan ileri gelmektedir..
Bu
tür eleştiriyi benimseyen eleştirmenler bir tutumdan ötekine atlamakta, doğal
olarak izlenimci bir eleştiriyi uygulama eğilimindedirler. Eleştirinin kimi
zaman bir iç dökme eğiliminde olmasını oldukça iyi örneklemiştir. Bu, bir
bakıma çok bağlanılan bir düşü geliştirme, bir bakış açısını ortaya koyma
nedenidir. Sanatın işi kanıtlamak değildir. Sanat yapıtı kapalı olmamalıdır.
Sanat zorlamayı gerektirir ve önce biçim gelir. Bütün bunlar, aynı istemin
ürünüdür kuşkusuz, eleştiriye de bu istem yön verir. İzlenimci eleştirmen
yalnız kendisi için yazmak, başkalarının da yapıtlarını yalnızca kendi kendini
aramak için incelemek ister. Bu
tür eleştirilerde yapıt üzerine yargıların yanında, bizi sanat eserinin
iklimine götüren şiirsel ve duyarlı betimlemelerden çeşitli örnekler de buluruz.
Örneğin Türk edebiyatında
eleştiri denince akla ilk gelen isim olan Nurullah Ataç izlenimci eleştirinin
en güzel örneklerini sunar. Ataç,
okuduğu eserleri derinlemesine inceleyerek değerli yanlarını aydınlatmaktan
çok, o eserden yola çıkarak kendi duygularını, düşüncelerini dile getirme
kaygısı içindedir; kendi beğenisini aşılamak, tıpkı bir sanatçı gibi okurlarını
etkilemek ister. Bağlı kaldığı; kuramlardan çok, kendi ilhamının sesidir.
Son
olarak: Eleştirmek önce anlamak değil midir? Anlama, kendini sanatsal olarak
yapıta yansıtan bir kişiliği yeniden kurma çabası ile içsel bir felsefeyi
yeniden kurma çalışması arasında gidip gelir. Kuramsız bir eleştiri mümkün
müdür? Evet. Ama bu ölçüsüz bir uçarılık mıdır? Hayır. Kimi yapıtlar vardır,
içimizde yaşar ve sürer, kimileri de unutuluverir. Kuramsallıktan arınmış bir
eleştiri de, eserin yüksek tesirli olana mı, niteliksiz olanı mı yakın olduğunu
en basit ve kısa yoldan anlayabiliriz. En azından eleştirmen için!
Subscribe to:
Posts (Atom)
Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda: Tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zamanın korkunç ağırlığını duymamak için, ...
-
80'ler sonunda yavaş yavaş kadınları, onların şahane kıvrımlarını dışardan, utanarak keşfettiğim günlerdi. Ergenliğin ilk basamakları......
-
Ben de önce "araba" diye okudum valla. "0ooo" dedim "Cronenberg, Ballard, Julia Ducournau, Titane.. Hmm..." de...
-
Kibritçi kızın ölümüne neden olup çocuk yaşlarda beni yasa boğan resmi kibrit bildirisi.