Saturday, May 19, 2012
House MD biterken....
Sanki yakın bir akrabamı kaybediyorum.
Teşhis konmuş, doktor gelmiş ve "her şey için çok geç, salı günü uyutacağız, üzgünüm" demiş gibi. İnsan her şeye alışırmış. Umarım bu lafı onaylayacak kadar nankörümdür!
Christopher Lee
Adam 90 yaşında, 250 civarı filmde oynamış, hala da devam ediyor. Hammer stüdyolarının Dracula'sı. Yoksa kanına gerçekten ölümsüzlük mü bulaştı?
Fotojenik satırların yazarı, John Berger!
berger, ilk okuduğumda bilge karasu'ya benzetip (ya da bilge karasu'yu o'na benzetip) ilerleyen zamanda bunun doğru olmadığını; kendisinin bambaşka bir yeri ve duruşu olduğunu anlayıverdiğim bir yazardır.
kılı kırk yaran anlatımı ve detayları inceleyerek ortaya çıkardığı neredeyse ürkütücü bakış açılarıyla, yazarken kendi haline bırakılması gereken bir adam olduğunu da düşünürüm.
zaten kendisi de, kendini kendi haline bırakmış, fransa’nın bir köyünde, ilkel yaşam şartlarıyla -tarla sürmek, domates, biber yetiştirip, inek, sığır beslemek- hayatını kazanarak yaşamına devam etmektedir.
akşamları yazı yazarmış... gündüz tarlada çalışırmış, işte böyle bir adam.
"domuz toprak" adında, yaşadığı köyü ve hayat şartlarını ele alan, kısa öykülerden oluşan bir kitabı, nasıl oluyormuş böyle hayat diyenler için pek de merak gidericidir.
DÜNYANIN ÇİVİSİ ÇIKMADI,
BÜYÜSÜ BOZULDU!
Sözlüklerde
“yaşanılan zamana uyan veya yaşanılan zamana uydurulmuş" gibi anlamlar
yüklenilmiş bir terim modernizm. Yaklaşık olarak iki yüzyıllık bir geçmişe
sahip olan bu kavramın standart anlamda tanımını yapmak pek mümkün değil. Zira,
kavramın kapsadığı alan günümüzde inanılmaz boyutlara vardı. Her geçen günle
beraber bu alan büyük bir hızla genişlemeye devam ediyor.
Ancak
bu kavram hakkında nihai safhada söyleyeceğimiz şey, taşıdığı değerlerin
tepeden tırnağa materyalist ögeler taşıdığıdır. Kâinatı pozitivist ve
rasyonalist bir yalancı gözlükle görüp değerlendiren, fizik ötesi bir güç ve
onun sahibini reddeden ve insanı tanrılaştıran marazi bir ideoloji…
“…Tâbir caizse, İnsan Tanrı’nın yerini alarak kendi ilâhlığını ortaya koyuyordu. Zaten Jean Paul Sartre’ nin deyimi ile “insan, Tanrı olmak isteyen bir varlık değilmi idi ” Tanrıyı ve ona bağlı anlam ve kavram çerçevelerini yeryüzünden kovmak isteyen İnsan Merkezli (humansantrizm) dünya görüşü F. Becon, R. Decartes ve nihayet İ.Newton’un çalışmaları ile Tanrı’ dan ve dini anlamlardan tamamen bağımsız mekânik bir dünya görüşüne ulaştı…” [1]
Yeni
dünya düzeninin insanlar üzerindeki etkileri bugün öylesine bir hal almıştır
ki, modernizm kimileri için lanet, kimileri için lütuf olarak algılanıyor. Günü
yaşamak ve uygarlık tarihi boyunca evrilen insanın özünü geçmiş yüzyıllara göre
değerlendirmeden ortaya çıkan bireysel kimliği kabullenmek,modernizme olumlu
yaklaşmak için bir neden olabilir. Ama bu haliyle rasyonelize edilen modernizm
anlayışı bile içinde net bir sakatlık barındırıyor.
Bu
noktada Antik Yunan'da tiyatro sanatının doğuşuna kaynaklık etmiş olan Dionysos
şenlikleri aslında somut veriler ışığında modernizm ve insanın büyüsü
karşıtlığı için ortaya konulacak en somut verilerden biri. Hayatın, maddi,
manevi her davranışını bir masala, bir mitolojiye bağlayan, büyü peşinde koşan
Antik Yunan insanları zevk, eğlence, içki konusunda da, bir “tanrı kahraman”
düşünmüşlerdi. Dionysos adını verdikleri bu tanrıya, hayatın çetin şartları
ortasında, kendilerine, zaman zaman da olsa, saadet, neşe imkanı yarattığı
için, minnetlerini, şükranlarını ödemek istediler. Yılda bir defa, belli
günlerde “Dionysos Şenlikleri” düzenlediler. Bu eğlenceler sırasında içip
keyiflenen bazı kimseler, bulundukları yerden ortaya fırlar, taklitler yapar,
güldürücü hikayeler anlatırlardı. Aşırılıkların, müstehcenliğin doğal sayıldığı
bir ortam vardı.
Bu
büyülü ritüellere ilişkin en net bilgiyi Euripides'in kendi çağındaki Dionysos
tapınmasını detaylıca anlatan "Bakkhalar" isimli yapıtından bulmak
mümkün; aşağıdaki bölümlere göz atalım:
Tanrı, tragedyanın başında topuklarına
kadar uzanan uzun bir Lidya elbisesi giymiş olarak sahneye çıkar ve şöyle
konuşur:
"İşte ben, Zeus'un oğlu
Dionysos, Kadmos'un kızı Semele'nin yıldırım dolu şimşekler içinde doğurduğu
tanrı, Thebai toprağına ayak basıyorum. Tanrılığımdan soyunup insan suretine
girdim... Ben Lydia'nın altın ovalarından geliyorum, İran'ın güneşten kavrulan
kırlarını, Baktria'nınuzun surlarını; Media'nın buzlarla örtülü topraklarını,
saadet diyarı Arabistan'ı, tuzlu denizin kıyılarında uzanan bütün Asya
ülkesini, Barbar'larla Hellen'lerin karışık yaşadığı, güzel hisarlarla süslü
şehirleri dolaştım. Oralarda korolarımı topladım; dinimi, ayinlerimi öğrettim;
şimdi kendimi Hellen'lere tanıtmak istiyorum. Hellen toprağında Bakkha'ların
keskin çığlıklarıyla çınlattığım, kadınlarının çıplak vücutlarını ceylan
postlarıyla sarıp ellerine thyrsos'u, sarmaşıklı asayı verdiğim ilk şehir
Thebai oldu."[2]
Euripides'in satırlarında tanrıyı da bu
coşkuya ortak eden, coğrafi büyülere sahip yerleri de bu renkli cümbüşe katan
büyü, şüphesiz günümüz modern dünyasında masaldan öteye gidemeyen gömülü bir
ütopyadır. Aynı uzak karşılığı yönetmen John Frankenheimer'ın 1966 yapımı olan
ve bir başyapıt olarak nitelendirebileceğim “Seconds” filminde görebiliriz.
Filmin başrolündeki şahıs (kahraman değil!) başarılı bir bankacıdır. Sistemin
ona sunduğu her şeyden sonuna kadar faydalanmasını bilmiş fakat hayatının
yarısını tükettiğinde ne kadar amaçsız bir varlık olduğunu ancak idrak
edebilmiştir. Hayatı bu memnuniyetsizlikle geçerken, gerçek hayatlarından
memnun olmayan insanlara tek bir imza ve para karşılığında yepyeni bir vücut,
yüz ve kimlik vererek onları tamamen kendilerinin tasarladığı simülasyon
dünyasına gönderen bir şirketle anlaşır. Yeni hayatında bir ressam olur ve
yaşamaya başlar. Filmin özellikle kolektif bir çılgınlıkla gerçekleştirilen
toplu üzüm çiğneme sahnesi Dionizyak bir büyü ve coşkunun şenlikli esaretini
gözler önüne serer. 60'lı yıllarda yapılan bu filmde büyüye, coşkuya ve
esrimeye duyulan özlemi görmek günümüz koşulları düşünüldüğünde şaşırtıcıdır.
Rasyonelliğin
hüküm sürdüğü modern dünyada özellikle bilim, her ne kadar onu sonuna dek kullansak
da bu büyünün yitiminde başrollerden birini oynadı. Max Weber, "dünyanın büyüsünün bozulmasından" söz etmesinin
bilimin bir meslek olup olmadığını sorguladığı makalesinde yer alması şaşırtıcı
olmasa gerek. Günümüzde artık dünya nedensellik-akıl
ilişkisi içinde kendi dışına çıkarıldı ve biz anlam dediğimiz şeyi bir veri olarak
kabul etmez hale geldik. Onu da kendimiz üretir olduk. Modernleşmenin aslında
en dramatic tanımının "dünyanın büyüsünün bozulması” olduğu kesin.
Aydınlanma
üzerine bir makalede Max Horkheimer ve Theodore Adorno “büyünün bozulması”nın
“animizmin kökünün tamamen kazınması” anlamına geldiği yorumunu yapmaktadırlar
ki, bunun pratik sonucu, ne olursa olsun hiçbir şeyin insanî olarak tanımlanmış
amaçlara direnmeye muktedir her hangi bir içkin kuvvete sahip olmadığının kabul
edilmesidir.[3] “Büyünün bozulması” (disenchantment) hem siyasi hem de dini
sistemlerin iddialarını kutsallıktan ve mistisizmden arındırmaktadır. “Büyü
bozucu” rasyonellik, evrensel bir para ekonomisi yaratmak vasıtasıyla, beşeri
dünyanın rasyonel anlamda nicelleştirilmesini engelleyen siyasi ve toplumsal gelenekleri
ortadan kaldırmaya çalışır.
Mekanik bir seyirle
ilerlemeye başlayan ve olağanüstülüğü bile sıradanlaşmış modernleşme kavramınınzamanlakanıksanması, insane ilişkilerinin özensiz
bir hale gelmesi, çevreden kopuş bu
büyüden
uzaklaşmayı doğal bir hale getirdi.Bu noktaya ulaşma konusunda dinin gündelik hayatımızda geldiği yer de önemlidir. Fransız felsefecisi Marcel Gauchet, "Dünyanın Büyüsünün
Bozulması" adını verdiği kitabında Hıristiyanlığı "dinin sonunu getiren din" olduğunu belirtiyordu. Özellikle çok tanrılı dönemlerde "gündelik eylemlerimizin her birini belirleyen bir Tanrı
olduğu, dolayısıyla tüm eylemlerimizi bir dinsellik içinde yaptığımız
düşünülürse, tek tanrılı dinlerin gelmesiyle birlikte bu çerçeveyi aştığımızı ve
her yerde hazır ve nazır bir Tanrı'yla din birey ilişkisini yeniden oluşturduğumuzu"
söylüyordu Gauchet.
Buna gore Tek Tanrı insanın günlük eylemlerinin dışındaydı ve bu laikliğin gelişmesine
yol açan ana atılımdı. Sonuç itibariyle Gauchet de din temelinde dünyanın büyüsünden
yoksun kaldığımızı vurguluyordu v ebunu bizzat dinin (Hristiyanlığın)
sağladığını belirtiyordu. Kısaca Gauchet'ye göre, din de dünyanın
büyüsünü bozan faktörlerden biri durumundaydı.
Burada şöyle bir çelişki mevzu bahis
olabilir. Çoğu insan dine o yitirdiğimiz büyüyü bulmanın bir aracı olarak bakıyoruz. Feuerbach'ın
da dini "insanlığın çocukluk rüyası" olarak nitelendirdiğini
düşünürsek işin içinde bir büyünün söz konusu olduğunu iddia edebiliriz. Her ne
kadar Feuerbach medeniyet ve kültür düzeyi geliştikçe insanın bu gerçeğin
farkına varacağını iddia etse de bu önermenin ilk kısmı yeterince ciddiye
alınabilecek bir iddiadır.
Gauchet ise bunun imkansız
olduğunu net bir şekilde söylüyor. Kendi toplumumuzu düşünürsek, bayramlarımıza gösterdiğimiz ilgi ve özen
aslında bir büyü
yaratma gayesinden
başka bir şey değil. Bayram günlerine yüklenilen o ulvi ve hamasi anlamlar gündelik ve sıradanın dışına çıkma
çabası, yani bozulan büyüye karşı farkında olmadan da olsa açılan pasif bir
direniş. Bu farkındalıktan uzak çaba bile aslında dünyanın büyüye olan derin ihtiyacını kanıtlar
niteliktedir.
Büyüsü bozulmamış dünyayı düşünecek olursak, sistemin bireye istediklerini vermeye çalıştığını görebiliriz. Büyünün bozulması ile birlikte ihtiyaç zorunluluğu gözetmeksizin sistemin kendi ürettiklerini bireye kati bir ihtiyaç olarak sunması, sunduklarını gereksinimmiş gibi zorla empoze etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Böylece bireyler sahip oldukları parayı harcadıkları gibi, sahip olmadıkları parayı da kredi kartları aracılığıyla harcamaya başladı.
Büyüsü bozulmuş dünyada en net açmazlardan biri yabancılaşma, diğeri yalnızlaşmadır. "Biz" kavramı yerini "ben"e bıraktığı için benzerliklerden daha makbul olan farklılıklar oluyor. Artık benzerlikten ziyade bizi diğerlerinden ayıran farklılıklar baş tacı ediliyor.
Büyüsü bozulmamış dünyayı düşünecek olursak, sistemin bireye istediklerini vermeye çalıştığını görebiliriz. Büyünün bozulması ile birlikte ihtiyaç zorunluluğu gözetmeksizin sistemin kendi ürettiklerini bireye kati bir ihtiyaç olarak sunması, sunduklarını gereksinimmiş gibi zorla empoze etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Böylece bireyler sahip oldukları parayı harcadıkları gibi, sahip olmadıkları parayı da kredi kartları aracılığıyla harcamaya başladı.
Büyüsü bozulmuş dünyada en net açmazlardan biri yabancılaşma, diğeri yalnızlaşmadır. "Biz" kavramı yerini "ben"e bıraktığı için benzerliklerden daha makbul olan farklılıklar oluyor. Artık benzerlikten ziyade bizi diğerlerinden ayıran farklılıklar baş tacı ediliyor.
Bugünün dünya
düzeninde her türlü güçlü ve imtiyazlı görünme çabasına karşın, bu amaçla
edinilen tüm paye ve mevkiler uzun vadede istikrarsızdır, geçicidir ve tehdit
altındadır. Zemin git gide daha sallantılı, dayanaksız ve tekinsiz bir hal
alıyor.Sıçrama yapmak adına insanın ayağını dayayabileceği hiçbir sağlam taş
aşağıda gözükmüyor.
Modernitenin sınırları
üstüne en çok kafa yoran sosyologlardan biri olan Zygmunt Bauman, hayatın
büyüsünün bozulmasıyla birlikte oluşan modernizm kaynaklı korkuyu uçağın
sallanmaya başlamasından da öte uçak kabininin boş olduğunu anlamış yolcuların
düştüğü dehşete benzetiyor. Ve akla gele gele gerçek bir “Deus Ex Machina”
beklentisinden farkı olmayan şu çaresiz feryatta bulunmak geliyor yalnızca:
Uçağı güvenli bir şekilde yere indirebilecek biri yok mu?”
Yok!
1 “ Medeniyet ve Modernizm “,
Millî Gazete, 03 Ekim 2005
2 “Bakkhalar”, Euripides, Türkiye
İş Bankası Yayınları
3 Huntington, “TheClash of
Civilizations”, s. 131
Subscribe to:
Posts (Atom)
Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda: Tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zamanın korkunç ağırlığını duymamak için, ...
-
80'ler sonunda yavaş yavaş kadınları, onların şahane kıvrımlarını dışardan, utanarak keşfettiğim günlerdi. Ergenliğin ilk basamakları......
-
Ben de önce "araba" diye okudum valla. "0ooo" dedim "Cronenberg, Ballard, Julia Ducournau, Titane.. Hmm..." de...
-
Kibritçi kızın ölümüne neden olup çocuk yaşlarda beni yasa boğan resmi kibrit bildirisi.