Bazı futbolcuların, tam birbirlerine girecekleri anda birden yumruk kaslarını gevşetip karşı tarafın yüzlerini ya da kafalarını okşamaları gibi bir durum söz konusudur, bilirsiniz. İşte Ekber’de bu özellikte bir futbolcuydu. Sert görünürdü ama o görüntünün altında altın gibi bir kalbi vardı. Kendisi Recep Çetin'i izleyerek büyümüştü. Belki de yaptığı en büyük hata bu olmuştu.
Hüseyin Başaran ohaaaaa desibel bir sesle bağırarak seyircilere Ekber'in ayağından sekip ağlarla buluşan golü anlatırken, onun tüm futbol hayatı bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Sonra onu ikna ettiler. Tekrar sahalara dönmeye karar verdi. bir gece öncesi kabus gibiydi. uyuyamıyordu. bacağını hafifçe yukarı kaldırarak akşam yemeğinde yediği asitli karpuz sularını Beymen pijamasından boşaltıp altına işeyiverdi. Maça çıkmamaya karar verdi. Kalbinin duracağını düşündü, ölmekten çok, öldükten sonra herkesin onu hatırlayacağı örseleyici biçimden korktu. Beceremedi. Sonra Hayvanları Koruma Derneği’nde kürsüler edindi, toplu sünnet törenlerinde fıkralar anlattı. Ama bir türlü kendini kendine sevdiremedi.
Evet, biliyorum biraz uçtum ama dostum bu ülkede 'Berke Barajı' diye bir gerçek var. Bir tikky ismi baraja veriliyor da, niye Ekber'in adı verilmesin? Haklısın, bütün bunlar saçmalık. Ama hayatta herkesin bir öyküsü vardır, unutmamalısın.
Ekber'in frikik atışları sırasında battal vücudunu topa doğru yöneltmesi, Bruce Campell'ın, "Evil Dead`" filminde yaptığı inanılmaz bir jesti hatırlatıyor bana. O filmde Ash (Bruce Campell), havaya doğru yükselir ve daha sonra elindeki testereyle dört ayak üstüne düşer. Kafasını, kendisine yönelmiş hilkat garibesine doğru kaldırıp ve sertçe hamle yapar. İşte tüm bu süreç, Ekber'in kaldırdığı kafasında yeniden üretilir.
No comments:
Post a Comment